Cumhuriyet’te köşe yazarlığı yapan aynı zamanda editör ve eleştirmen olan Feridun Andaç bugünkü yazısında Orhan Pamuk hakkında konuştu. ‘Bizim hikâyemiz ve Orhan Pamuk’ başlıklı yazısında şunları kaleme aldı:
*
*
DOĞU’NUN BATI’SINDA BİR ANLATICI
Orhan Pamuk’un romancılığın Doğu ile Batı arasında kendisine yer edinen bir ülkenin modernleşme sıkıntısının yansımalarını içerir.
Anlatıcı olarak onun önünde duran Sait Faik, Tanpınar, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Oğuz Atay edebiyatının can suyu anlatıcılarıdır bir bakıma. Ötede Tolstoy’a hayranlığı, Conrad’ı, Flaubert’i, Stendhal’i, Dostoyevski’yi, Proust’u, Thomas Mann’ı, Nabokov’u, Marquez’i bilmesi çizdiği edebi yol haritasında “yeni roman düşüncesi”ni oluşturmada hep belirleyici olmuştur.
Ondaki edebi bilinç haritası bir yandan bu birikimlerle oluşurken asıl romancı olarak neyi anlatabileceği sorunsalı üzerinde bir bilim insanı gibi çalışması onun romancılığını ayrıcalıklı bir yere taşır.
Bu anlamda Uzak Dağlar ve Hatıralar, okurunu kendine -bir anlatıcı olarak- yakın tutan bir anlatıdır diyebiliriz.
Günübirlik, “rasgele” tutulmuş notlar gibi görülse de bir arada okunduğunda, Pamuk’un hayata/romana/roman yazmaya ve nasıl yaşayıp çalıştığına dair birçok şeyi içermesi açısından göze gelir anlatısı olarak okumak gerekir Uzak Dağlar ve Hatıralar’ı.
Artık kendinden emin bir anlatıcıdır.
Görünenle gösterilenlerin arasındaki bağıntı onu her biçimde ilgilendirir. Zira, yazmak için yaşayan biridir. Onun güncelerini bir Andrè Gide, Nurullah Ataç, Salâh Birsel, Oktay Akbal’dan ayıran da bu yanıdır. Söyleyiş açısından Virginia Woolf ile Oğuz Atay’a daha yakın durduğunu söyleyebilirim. Belki bir ölçüde de Tolstoy. Ama Pamuk, başka bir yerin/dünyanın, hatta bakışın anlatıcısıdır güncelerinde de. İçli ve içtendir. Bir keşif yolcusudur yazıda o. Yazarken de çizip anlatırken de bunu hissettirir size.
ROMANDAN ASLA KOPMADAN
Her bir romanında karşımıza çıkan ana sorunsal, yaşanan modernleşme sıkıntısının yansımalarını içerir. Bu da onun hayata/yazıya bakışının da temel sorunsalıdır aynı zamanda.
Bu anlamda 2002’de yayımlanan Kar romanı dini, laiklik ve köktendincilik çatışması ekseninde ele alıp işlemesi bakımından; Türkiye’nin yeni yüzyılda sürüklendiği yeri göstermesi açısından kayda değerdir. Düşünsel/duygusal tanıklık esastır onda.
Pamuk, romanı/romancılığını bu bilinç/bakış üzerine kurar. Bu da onun kozmopolit bir dünyanın anlatıcısı olduğu gerçeğini açıklar bize.
Geçişgenlik…
Pamuk anlatıcılığında o kozmopolit dünyanın felsefesi olarak varlığını hep hissettiren bir olgudur.
Kar’da gösterilen seküler yapı Türkiye gerçeğinin referanslarını da içerir.
Gündelik yaşamdaki arabeskler yarı örtük, yarı açık biçimde romanda dile getirilir.
Toplumun yaşadığı ikilem Pamuk’un dışavurumcu anlatımıyla yansıtılırken çelişkiler yumağındaki bir ortamda laiklik-din çatışmasının doğurduğu, yer yer Sunay Zaim’de simgeleşen söylem öne çıkar. Kar, bir simgedir her şeyi örten. Ilınan bir mevsimde de çözülenlerle ortaya çıkanların heyula görüntüsüne bir naziredir de!
Ama o beklenen “çözülme” hiçbir zaman gerçekleşmez. Beliren sorunlar da katmanlaşır. Günümüzde gelinen yerde yaşadıklarımız bunun kanıtı.
Pamuk, tüm bu gerçeklerin farkında olarak yazan bir romancıdır. Güncesi onun buzdağının ardındakileri göstermesi bakımından önem taşır. O sarmal anlatıcının yaşam kurgusu ile roman kurgusunun nerede nasıl kesiştiklerini görmek açısından da “eğlenceli” bir okuma sunuyor bize Uzak Dağlar ve Hatıralar…